Share

ÜSTAD DEYİM KUZU’NUN KALEMİNDEN: ‘GEÇMİŞ YÜKLERİNDEN KURTUL’

Bu hikayeler ise çoğunlukla yaşadığımız acı anılarla dolu olanlardır.
Hepimiz biraz yaralıyızdır.
Oysaki hiç kırılmamış, el üstünde tutulmuş, bolca sevgi görmüş, hiç acısı olmayan insan olmayı  hayal ederiz gerçekte.
Halbuki öyle bir insan dünyada yoktur.
Peygamberlerin hayatları bile ailelerinden, evlatlarından, kardeşlerinden, akrabalarından aldıkları yaralarla doludur.
Her insanın yaraları, unutamadığı acıları, atlatamadığı hayal kırıklıkları, kırılmış bir kalbi vardır.
Geçmiş yükleriyle dolu bu anılar bazen çocukluk dönemine, bazen ergenlik dönemine, bazen de yetişkinlik dönemine aittir.
Bazılarımızın, sorunlu ebeveyn davranışlarıyla atılır en derine çapaları.
Bazılarımız yaşadığı ağır travmalarından, bazılarımız sosyal yada duygusal ilişkilerinden alır derin yaralarını.
Bazılarımıza en güvendiği zamanda, en güvendiği kişiden atılır hayal kırıklığı okları.
Günler ayları, aylar yılları derken zaman akıp gidiyor ama zamanla unutulur denilen hiçbir şey zaman silgisiyle silinemiyor.
Hatta zaman; geçmişin yüklerini her geçen gün daha da ağırlaştırıyor sırtımızda.
Bu yüzden sorun ne zaman yaşanmış olursa olsun ve ya kaynağı kim ya da ne olursa olsun, bu günkü bilincimizle geleceğimize yönelik adımlar atarken bizi geri çekebilir, irili ufaklı taşlar olarak önümüze çıkabilir yada bazı konularda nefes dahi aldırmayabilir.
Hele birde araba kullanırken sürekli dikiz aynasına bakar gibi, bizimde gözümüz önümüzdeki yolda değil de geride bıraktıklarımızdaysa, ileride kaza kaçınılmazdır.
Hayat başlangıcı ve sonu olan uzun bir yolculuk. Tabi ki bu yolculukta ihtiyaç durumunda dikiz aynasına baktığımız hatta geri vites taktığımız durumlar olacaktır.
Ama bu geriye dönüşler sadece önümüzdeki yolu daha iyi görüp düzeltmek olduğunda, bizi sorunsuz ilerletir.
İnsan geçmişinde bakması gereken yerleri ne kadar iyi bilirse, uzağı o kadar iyi görür.
Geçmişten ders almak , önyargı oluşturmadan, kalın duvarlar örmeden, büyük kararlar alarak kalbimizi karartmadan, geliştirilmesi gereken yerleri fark ederek olur.
Evet geçmiş hataları bize zayıf yönlerimizi öğreten öğretmenlerdir.
Serttir, yüzü gülmez, dersi verirken davranışları canımızı acıtır, kalbimizi kırar bu zalim öğretmenin.
Ama tek bir amacı vardır; en kısa zamanda dersi öğrenip, hayat okulundan en yüksek notla geçirmektir bizi.
Biz dersleri alıp sınıfı geçtiğimiz an yumuşar, gerçek karakterini ortaya çıkartır ve öğrendiğimiz her şey kulağımıza şık bir küpe olarak takılır.
Asıl mesele hayat yolunda yer yer hata taşlarına takılıp düşe kalka ilerlerken kendini kurban rolünden ayırarak kendini acıma davranışından uzak durmaktır.
Kendine acımaya başlayan insanın hissettiği en ağır duygu çaresizliktir ve kendine acıma en düşük frekanslı enerjidir.
Çaresizlik içinde kıvranan insanın yaşadığı acılarla, hiç geçmeyecek, hiç bitmeyecek gibi kapana kısılmış duygularla problemlerinin içine saplanıp kalır.
Sanki artık o karanlığa hiçbir zaman güneş doğmayacak gibi. Bütün çareler çaresizdir bu acı karşısında sanki.
derin, öyle sert gelir. Acıyla meşgul oldukça acıyı daha da çoğalttığını bilmeden, en dibe kadar vurur insan kendine acırken.
Hayat boyu hep iyi şeyler gelmez insanın başına.
Çünkü kimsenin elinde tüm hayatı ve insanları kontrol altında tutabilmek için sihirli bir değnek yoktur.
Dolayısıyla kırılma, üzülme, zarar görme olasılığımızın önüne hiçbir zaman geçemeyiz.
Mağdur edebiyatını bir kenara bırakıp, kendini savunmasız, desteksiz, çaresiz hissetme ve kendine acıma alışkanlığına dışarıdan bir gözle bakmayı başarabildiğimizde kapalı kapılar açılır.
Şu anki ruh halin aslında geçmişinden getirdiğin ağır taşlardan bir tanesi. Onun ağırlığı altındasın.
O zaman en kritik soruyu sor kendine. ‘‘Böyle davranmayı ilk nerede öğrendin?’’
Sakin bir ortamda gözlerini kapatıp zihnini şöyle bir yokladığında, mutlaka bir anı gelecek aklına.
Belki de bu anının baş kahramanı sen bile değilsin. Belki de aklına gelen anıda birisi böyle davranıyordu; annen, baban, kardeşin yada bir arkadaşın.
Böyle davranmayı belki de birinden öğrendin ve senin bir anın gibi bilinçaltına kodladın. Bu anıyı bulup kendinle yüzleştiğinde aslında bu anıyı neden bilinçaltında tuttuğunu da fark edeceksin.
Çünkü kendine acıma, kurban bilinci yada bunların en ağır duygusu olan çaresizlik hissi, mutlaka sana bir fayda sağlıyor, bu ağır yük bir taraftan canını acıtırken bir taraftan bir alanına hizmet ediyor.
Bilinçaltının kendince bir kazanımı var ve kendini bir şekilde konfor alanında, güvende tuttuğu için bu geçmiş yükünü atamıyor senin sırtından.
Belki de ta anne karnı ve çocukluk evrelerinde alamadığımız sevgi şefkat ve ilgiyi, dolduramadığımız o boşluğu kendimize acımayla, bizi kurban olarak seçen insan davranışlarıyla çaresiz kalma isteğiyle mi doldurmaya çalışıyoruz.
Bilinçli aklımızla ne kadar saçma ve absürt gelse de, bilinçaltı bir müptela gibi bu duygulara tutunarak, güvenli alan görür bu tanıdık duyguları.
Kendimize acıyarak yada başkalarının bize acımasına ve onun sonucundaki aldığımız ilgiye bağımlıyızdır belki de.
Bilinçaltı ne kadar bağımlıysa bu ağır yüklere, bilinçli zihinde bir o kadar hasrettir yerini doldurmak istediği duygulara.
Kendine acıma, bilinçaltının ağır taşlarını gizlemek için kullandığı şık bir kılıftır zira.
Aradığın aslında sevgidir, ilgidir, anlaşılmaktır, görülme çabasıdır. Bu ironiyi fark ettiğinde bilinçaltı kayıtların artık hizmetini tamamlar. Sırtında taşıdığın geçmiş heybesinden bir ağır taşı daha atma vakti gelmiştir.

You may also like...